PEYGAMBERİMİZ ve ŞAHSİYET İNŞASI
Yüce Allah, ulvi bir amaç için dünyaya gönderdiği insanı yaratılış gayesine ulaştıracak akıl, irade, idrak ve muhakeme gibi kabiliyetlerle donatmış; onu sayısız nimetlerle tezyin etmiştir. Bununla birlikte rahmetinin bir tecellisi olarak her türlü kötülük, günah ve tehlikeye karşı onu vahiy ve nübüvvetle desteklemiş; erdem, fazilet ve güzel ahlak çizgisinde onurlu bir hayatın yolunu ona kolaylaştırmıştır.
Yüce dinimiz İslam’ın öncelikli hedeflerinden biri, yeryüzünü adalet, merhamet, güven, sorumluluk ve güzel ahlak gibi değerler ekseninde herkes için yaşanabilir bir yer haline getirmektir. Hiç şüphesiz bu da öncelikle insanın tabiatında var olan güzellikleri açığa çıkaracak ve olumsuzlukları bertaraf edecek güçlü bir şahsiyet inşasıyla mümkündür. Bu bağlamda Cenab-ı Hak, Kur’an’ın birçok ayetinde insanın iyiliği ve kötülüğü gerçekleştirmesinde önemli bir etken olan nefse dikkat çekerek, nefsin kıskançlığa, cimriliğe ve bencil tutkulara elverişli olduğunu haber vermiştir. “Nefse ve ona düzen verene, ona kötü ve iyi olma yeteneklerini yerleştirene yemin olsun ki, nefsini arındıran elbette kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere boğan da ziyan etmiştir.” (Şems, 91/7- 10.) buyurmak suretiyle nefsin olumsuz telkinlerine karşı bilinçli ve duyarlı olunması hususunda insanları uyarmış; onun kötülüklere meyyal yönlerinin terbiye edilmesi gerektiğini bildirmiştir. Zira insan, ancak nefsini kötülüklerden arındırıp sorumluluklarına sadakat gösterdiği oranda eşref-i mahlûkat olacaktır. Bu sebeple şahsiyet inşasının nefis terbiyesiyle, nefis terbiyesinin de ilim ve eğitimle doğrudan ilişkili bir durum olduğu söylenebilir. Nitekim Allah Resulü, gerek şahsiyetli birey gerekse böyle bireylerden oluşan bir toplum inşasının ancak eğitim ve terbiyeyle mümkün olabileceği bilinciyle ashabını sürekli ilme, eğitime, okumaya ve araştırmaya teşvik etmiştir. Bu amaçla risaletin ilk günlerinden itibaren kadın, erkek, genç, yaşlı her kesimden insanla kurduğu güçlü iletişim sayesinde zihin, kalp ve ahlak planında bireysel, toplumsal ve evrensel düzeyde büyük bir dönüşüm gerçekleştirmiştir. İlim, hikmet ve erdemin kaybolduğu, cehaletin ve şiddetin hayata hâkim olduğu, insan onur ve haysiyetinin yok sayıldığı bir toplumu şirkten, küfürden, zulümden, adaletsizlikten ve ahlaksızlıktan arındırarak tevhid, iman, kulluk ve değerler ekseninde örnek bir topluma dönüştürmüş ve büyük bir medeniyet inşa etmiştir. Bu eşsiz medeniyetin hüküm sürdüğü her dönemde, hayatın tüm alanlarında insanlığa örneklik ve önderlik edecek şahsiyetli nesiller yetiştirilmiştir.
Müslümanların şahsiyetli insan ve erdemli toplum inşa etme sürecindeki eğitim stratejilerini belirlemeleri noktasında İslam’ın “emri bi’l-maruf ve nehyi ani’l-münker” ilkesi, geçmişten bugüne en önemli referans olmuştur. Yaratılış gayesine uygun bir hayatla Allah’ın rızasını kazanmak, yeryüzünü ifsattan korumak ve orada iyiliği egemen kılmak için Kur’an ve sünnette çerçevesi çizilen bu ilkenin hayata geçirilmesi, Müslümanların uhdesinde bir kulluk vazifesi olarak görülmüştür. Cenab-ı Hakk’ın, Âl-i İmran suresi 110. ayetteki “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz.” fermanıyla vurgu yaptığı söz konusu vazifenin hakkıyla ifa edilebilmesi için her Müslümanın aktif rol alması önem arz etmektedir. Bu durum aynı zamanda İslam’ın ilke ve hakikatlerinin, ölçü ve değerlerinin farkındalığını sağlayacak bir kulluk bilincinin yanı sıra Müslümanı çağın sorunlarının idrakine ulaştıracak bir sosyal duyarlılığın da her daim diri tutulmasını gerektirmektedir.
Açıkça ifade edeyim ki bugün toplumsal hayatı tüm veçheleriyle etkisi altına alan bireysellik, bencillik, dünyevileşme, yalnızlaşma gibi sorunlar, popüler kültürün tazyikiyle maalesef başta çocuklar ve gençler olmak üzere tüm insanlığı tehdit etmektedir. Böyle bir ortamda onları korumak, kimlik ve kişiliklerinin gelişimine, güçlenmesine destek olmak, omuzlarımızdaki önemli sorumluluklardandır. Bu sorumluluğun ifası da ancak Sevgili Peygamberimizin, “Müslüman, diğer Müslümanların, dilinden ve elinden salim olduğu (zarar görmediği) kimsedir. Mümin de insanların, canları ve malları hususunda (kendilerine zarar vermeyeceğinden) emin oldukları kimsedir.” (Buhari, İman, 4.) hadisiyle tarif ettiği şahsiyetli bir nesil yetiştirmekle mümkündür. Allah Resulü’nün son derece yalın fakat kapsamlı bir şekilde ifade buyurduğu bu vasıfları haiz bir nesil inşası, sadece Müslümanların değil tüm insanlığın huzur ve selameti için ötelenemez bir sorumluluktur. Zira bugün yeryüzü, iyilik ve merhamete, barış ve huzura, güzel ahlak ve hukuka susamıştır.
Bu bağlamda öncelikle Hz. Peygamberin mücadelesini, eğitim metodunu ve üslubunu kendimize örnek almak, onu çağımızın insanıyla buluşturmak mecburiyetindeyiz. Onun örnekliğinde tüm değerlerimizi yeniden ihya, işlevselliğini kaybeden fikir ve düşüncelerimizi tecdid, ifsada sebep olacak yönlerimizi ıslah, güzel ahlak merkezli düşünce, söz, tutum ve eylemleri inşa ve ikame etmek için azami gayret sarf etmek zorundayız. Kur’an ve sünnetin rehberliğinde bilgi ile hikmeti bütünleştiren, hayatı anlamlı kılan değerlerle bilimsel gelişmeleri birlikte öğrenen, bütün söz ve davranışlarında sadece âlemlerin Rabbinin hoşnutluğunu arayan ve erdemli, vicdanlı, ahlaklı, dürüst, doğrudan ve haktan yana tavır alan şahsiyetli bir nesil yetiştirmek durumundayız. Zulüm, şiddet ve vahşet sarmalında tarihin en buhranlı dönemine sahne olan dünyanın makûs talihini ancak İslam’ın hayat veren değerleri ekseninde yetişen böyle bir nesil değiştirecektir.